28 Temmuz 2011 Perşembe

Mevlana Sevgisi

Ayaklarının altı su toplamıştı. Sargı bezi ile sardığı ayaklarının altındaki yaraya aldırmadan yeniden kalktı toparlandı, ellerini iki yana düzenli bir şekilde açarak sema yapmaya çalışarak evrendeki her şey gibi o da dönmeye başladı.

Sonra kendi getirdiği çarşafını tekrar yere serdi, ayaklarının sargılarını değiştirdi. Sırt çantasını yastık yaparak uyumaya çalışırken hemen ötede sema yapan semazenlerin ayak vuruşları ve yayılan ilahi müziğin gönlünde yarattığı mutluluk ile uyuya kaldı.

Üç yıl önce Yalova’nın Gökçedere kaplıcaları mevkiinde, Mehmet Rasim Mutlu kültür merkezi tarafından başlatılan kırk gün kırk gece sema gösterisi ve eğitimlerine dünyanın birçok ülkesinden Mevleviliğe gönül vermiş insanlar katılıyor. Din, dil, ırk ayrımı ortadan kalkarak hepsi birbirine sevgi ve hoşgörü ile bakmanın tadına varıyorlar.

Türkiye’de Mevleviliğin bir okulu ve öğreticisi olmamasına rağmen Mevleviliğe gönül veren yerli ve yabancı bir çok insanın toplandığı bu tür merkezler, dernekler giderek çoğalıyor.

Günde ortalama sekiz bin kişinin ziyaret ettiği Konya Mevlana Kültür Müzesinin aşırı ziyaretçi sayısı yüzünden yıpranmaya başladığını ve randevulu ziyaret sistemine geçilmesi gerektiği ifade ediliyor. Mevlana sevgisi sınır tanımıyor ve insanlar akın akın Konya’ya geliyor.

Dünyanın sevgiye, dinler arası hoşgörüye ve anlayışa susadığı bir dönemde, Hz. Mevlana'nın tüm insanlığa inanç, mezhep ve ırk gözetmeksizin sunduğu evrensel mesajını bugün giderek büyüyen bir sevgi ve hoşgörü abidesi olarak gönüllerde hissediyoruz.

Mevlevilik çoktan ülke sınırlarını aşarak küresel bir sevgi denizi haline geldi. Mevleviliğe gönül verdiği için kurulan dernekler, topluluklar Hz. Mevlana’nın görüş ve düşüncelerini kendi dünya görüşleri ile de birleştirerek yeni katılanlara aktarıyorlar. Zaman içinde meydana gelen yanlışlar ve anlayış farklılıkları Hz. Mevlana’nın öğrettiği insan sevgisi ve hoşgörü içinde düzeliveriyor.  

Biri dışında Hz. Mevlana’yı sevenlerin çok üzüldüğü birçok olay gün geçtikçe düzeliyor. Üzerinde Hz. Mevlana’nın veya Yeşil Kubbe olarak da bilinen Kubbe-i Hadra'nın resmi bulunan birçok gereksiz hediyelik eşyadan bu resimler kaldırılıyor.

Mevleviliğin ayrılmaz bir parçası olan ve değiştirilemez bir kurallar zinciri içinde yapılması gereken sema ayini şerifi kemale doğru manevi bir yolculuğu temsil eder.
Semazenlerin giydikleri beyaz elbiselere "tennure" adi verilir. Teni nurlandıran elbise anlamına da gelen tennure manevi anlamda ise kefene sembolize eder.
.
Sembolik anlamda semazen manevi olarak nefsini öldürerek ruhuyla dirilme yoluna girmiştir. Sema’ya başlarken ellerini çapraz olarak omuzlarında birleştirir. Bu Allah'ın "bir" oluşunu ifade eder. Sol omuzlarına bakarlar, çünkü kalp soldadır. Semazenler her donüşlerinde Allah adını bir kez zikrederler. Ayaklarını her kaldırışta "AL", her indirişte ise "LAH" derler. İçten gelir; kalbin sesidir. Ellerin duruşu sağ el açık, sol el kapalı şeklindedir.  Bu da Hakk'tan alıp halka vermek anlamının da ötesinde sağ elin açık olması Allah'ın merhametini dilediğini, sol elin ise kapalı olması onun gazabından korkmasını simgeler. 

Bu kadar kutsal bir ayinin yıllardan beri uygulanan kurallarının dışına çıkılarak, sema gösterisi adı altında yapılan bazı gösterilerin Mevlevilikle hiç ilgisi olmayan uygunsuz yer ve koşullarda yapıldığını üzülerek izliyoruz. Üzerlerine tennure ve keçe külah olan birkaç kişinin kaydedilmiş müzik ile yaptığı dönme hareketinin Mevlana’ya mal edilmesi ve bunun sema olarak tanıtılarak kişisel kazanç elde edilmesi, sonuçta hepimize zarar vermeye devam ediyor.

Bunun “bazı kişilerin ekmek parası kazanması” biçiminde sunularak hoşgörü beklenmesi, hoşgörü ve tahammül kavramları arasındaki farkı ortaya koymaktadır. Sonsuz Mevlevi hoşgörüsü ile duruma zorla katlanılabilen ve bir sınırı olan tahammül kavramı birbirine karıştırılmamalıdır. 

Mevlevilik tarihini inceleyenler çok iyi bileceklerdir ki, Mevlevilik, kendi üyelerini her gün imtihandan geçenin bile hissetmediği bir uzun çile dönemi ile yetiştirir. Mevlevilikte hoşgörü sonsuz gibi görünse de, bütün yapılan uyarılara rağmen dergahın tertip ve düzenine uymayanlara verilen cezalar da vardı.

Mevlevilik konusunda halen yolumuza ışık saçan Abdulbaki Gölpınarlı ustamızın “Mevlevi Adap ve Erkanı” adlı eserinde bu tür cezalar şöyle anlatılır.

Ser-pa Etmek : Bir kusur dolayısıyla Mevlevinin sikkesini almak, başparmaklarını uçları dışarı çevirerek seyahat vermek, yani bir müddet dergahtan ve yoldan uzaklaştırmak.

Seyyah Vermek : Kendisine seyahat verilen bir kişinin sikkesi alınmamışsa ser-pa edilmemiş yalnızca o dergahtan uzaklaştırılmış olur. Başparmakları çevrilir ve hırkası omzuna konur ve eşiği öpüp arkasını dönmeden çıkar.

Kuşkusuz, Ser-pa edilerek Mevlevilik yolundan çıkartılan kişilerin geriye dönmeleri de mümkündü. Bir müddet sonra yollanan kişi birisini aracı edip dergahın aşçıbaşısına başvururdu. Münasip görülürse kusurunun cezası verilerek sikkesi ve hırkası yeniden verilir, tekbir edilir ve yolsuzluktan kurtulurdu.

Bugüne kadar Mevlevi araştırmacıların en çok merak ettiği hususlardan biri de bu tür cezaları alanların, özellikle Konya’daki dergahın hangi kapısından çıkarıldığı idi. Dervişan, Çelebiyan ve Hamuşan ve Türbe kapısından başka bir kapı da yoktu. Ancak 1991 yılında Konya Mevlana Müzesinde dergahın dış duvarlarının onarım  çalışmaları sırasında bir kapı daha ortaya çıktı. Konu ile ilgili bilgisine başvurulan Mevlana’nın 21. kuşaktan evladı rahmetli Celalettin Çelebi,  dergahın eski planlarında “Pir kapısı” olarak bilinen kapının gerçek isminin “Küstahan Kapısı olduğunu söyler ve nedenini de şöyle izah eder:  "Hatalar zincirine devam eden ve bu nedenle Dergâhtan uzaklaştırma cezası atan dervişler, akşam ezanından sonra bu kapıdan çıkartılırdı. Bu nedenle bu kapıya, ‘Küstahan Kapısı’ adı verilmiştir". Küstahan Kapısının 1991 yılında tesadüfen ortaya çıkması akıllara bir soruyu daha getirdi. Acaba ne zaman ve niçin kapatıldı? Belki de Mevleviliğin bir dergah sistemi olmaktan çıkması, çile çekerek yetişmenin ortadan kalkması ile yetişirken hata yapanları ve onların çıkacağı bir kapının da varlığını ortadan kaldırdı diye de düşünmek mümkün. Ama bugün açık olan Küstahan Kapısı, Mevlevilik yolunda yetişmeye çalışanların hata yaptıkları takdirde uyarıldıklarını, başka dergahlara seyahate çıkarıldıkları ve nihayet ser-pa edilerek uzaklaştırıldıklarını halen bizlere anlatan önemli bir sembol aslında.

Ayaklarının altı su toplayarak semaya devam eden bir yabancı bile sema’nın içindeki manevi anlamları iyi bilmektedir. Zaten çok iyi bildiği için de “yabancı” değildir artık. Gelmiştir, bizdendir. Ama semanın anlamını bile bile bu anlamları göz ardı ederek düğünde, şenlikte, yabancı turistlere gösteri diye iki semazenin ortada dönmesi sema değildir. Yapanlarında yaptıranlarında seyredenlerin de sorumlulukları vardır. Sema gösterisini daha önce görmeyen bir yabancının bu gösteriyi izlemesi ile edineceği anlam ruhsal olmaktan uzaklaşacak ve birkaç kare tennure fotoğrafından öteye bir iz bırakmayacaktır.

Bugün ne hata yapanı uyaran bir makam, ne cezalar ne de kimse görmesin diye akşam ezanında küstahlar kapısından geçirilerek uzaklaştırılanlar kaldı.  Ama Allahın bir hikmeti olacak ki, küstahan kapısı yeniden ortaya çıkıverdi. Bir vicdan ve ahlak abidesi olmanın da ötesinde tekrar dönüşler için bir hoşgörü kapısı olmayı halen sürdürüyor. .

Hz.Mevlana sevgisi ve onun ölümünden sonra gelişen Mevlevilik ise onu sevip sayanların Allah ve İnsan sevgisine, edep ve törelerimize emanet edildi. Yani hepimize.



1 yorum: