13 Ağustos 2012 Pazartesi

Kapak Topla Benim İçin

01 January 2012 04:26:00

Dört, beş yaşlarında şirin bir oğlan çocuğu marketin kapısında ağlayıp duruyordu. Ne oldu diye sordum annesine… “Birkaç tane su şişesi kapağı toplamış, sanırım kreşte öğrenmiş, bunu market sahibine vermek istedik, adam almıyoruz biz deyince ağlamaya başladı.” dedi.
Önce market sahibi ile konuştuk, sonra adamcağız rol yapmayı kabul etti, kapaklar alındı, çocuğa teşekkür ettik. Annesi, “yolda su şişelerine bakıyor, kapağı varsa, almak için ağlıyor” diyordu.
Yıllardır, üniversiteler, yerel yönetimler plastik su kapakları karşılığında engelli sandalyesi vererek, insanların plastik kapakları toplamalarını sağladılar. Tam 250 kilo kapak karşılığında bir engelli sandalyesi veriliyor. Aslında kolay bir iş değil. Tekerliğini engellinin kendi çevirdiği engelli sandalyesinin 300 liralık olanı da var, 650 liralık olanı da, en iyileri 1000 lira civarında.
Plastik kapakların birkaç türü var, kimisi 26’lık dedikleri en ince türden, onlardan 330 cc’lik ve 500 cc’lik sular kapaklanıyor. Biraz daha kalını var onunla da 1,5 litrelik sular kapaklanıyor.
Bir plastik su kapağı kalınlığına göre 0.6-0.8 gram arasında. 250 kilo plastik kapak toplamak için ise en incesinden 416 bin 666 kapak toplamak gerekli. Bir büyük çöp poşetinin 2 bin kapak aldığı düşünüldüğünde, 208 büyük çöp poşetini önce depolayacak yer ve sonra da nakletmek için bir kamyon tutmak gerekiyor. İşte bu yüzden kolay iş değil.
İşin ekonomik boyutu şöyle. Bu plastik kapakların bir kilosunun hurdası 4 lira. 250 kilo kapakla 1000 lira biriktirmek mümkün.
Bu işi en ciddi tutanlardan birisi de Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi. 250 kilo kapak karşılığında, önce çocuklar olmak koşulu ile bir de heyet engelli raporunun incelenmesinden sonra PTT kargo ile engelli araçlarını adrese teslim ettiklerini ifade ediyorlar. Facebook’ta da siteleri olan bu kuruluş kampanyayı 2012 sonuna kadar uzattıklarını yazıyorlar.
Buraya kadar her şey çok güzel değil mi... Ne kadar olumlu geliyor size, herkes kapak topluyor engelli bir çocuğa araç almak için.. Pekiyi pet şişenin kendisi ne oluyor. Kapağı al, pet şişeyi çöpe gönder, ya sonra o geri dönüşebiliyor mu? Pikniğe gittiğinizde çevrenize bakın, yol kenarlarına bakın, ne kadar çok pet şişe, meşrubat ve bira kutuları göreceksiniz. Demek ki çöp olarak fazla bir değeri yok. Değersiz olduğu için de akşamları sokağınızda çöpleri ayıklayanlar kağıt ve plastik bulamamışlarsa, çek çek boş kalmasın diye pet şişeleri de alırlar. Yoksa almazlar.
Aslında istedikleri bir kamuoyu aldatmacası. Pet şişelerin kapağının toplanması ile pet şişenin kendinin çevreyi kirlettiğinin maskelenmesi. Kapağı alınan pet şişe nereye… Doğru çöpe, oradan çöplüğe ve oradan da eğer dönüşebilirse, geri dönüşüme... Sonra tekrar siyah naylon torbaya… Sonra yine çöpe… Ama doğaya terk edilen pet şişeler geri kazanılandan kat kat fazla.
Özellikle Almanya’da ve diğer Avrupa ülkelerinde bir şişe 1.5 litrelik pet sişe suyu aldığınızda eğer “Alpenwasser” gibi kaliteli bir marka ise 2.5 Euro (yaklaşık 6 Lira) kaliteli bir marka değilse de 1.5 euro (3.750 Lira) para ödersiniz. Keza, bir litrelik Cola pet şişe 2.5 Euro’dur.
Pekiyi, bunlar niye bu kadar pahalı? Su mu az? Tabii ki hayır. Pet şişede depozito var da ondan.
Depozito, pet şişeleri satın aldığız markete tekrar getirir, orada bulunan bir makinenin içine atarsınız. Makine şişenin barkodunu okuyarak depozito bedelini hesabınıza yazar. Birkaç şişe getirdiğinizde 4-5 Euro para kazanırsınız. Makine sizin bütün pet şişelerinizi aldıktan sonra biriktirir ve sıkıştırıp balya yapar. O pet şişe balyasını da kamyonlar toplayıp yeniden kazanırlar.
Bir plastik kola şişesini bilmeden çöpe attığımda, çöpleri karıştıran bir yaşlı kadın hazine bulmuş gibi sevinmişti. O şişenin marketteki depozitosunun 50 cent (1.250 Lira) olduğu öğrendiğimde ben de şaşırmıştım.
Frankfurt havaalanında uzun saatler beklediğim bir gün çok büyük çek çek bavulu olan bir adam görmüştüm. Yolcu gibi havaalanına giriyor, çöplere atılan plastik şişeleri alıp bavulunun üstünde bulunan delikten içeri atıyordu. Sonra da bavulunu götürüp arabasının bagajına boşaltıp yeniden bekleme salonuna giriyordu. Onun da peşinde olduğu depozito parası idi ve onunla geçiniyordu. Bu işi gizli gizli yapmasının nedeni, havaalanın kendi temizlikçilerinin kazanacağı depozito parasına ortak olmaktı ve temizlikçiler onu görünce tanıyıp kavga ediyorlardı.
İşte bizim ülkemizde yıllardan beri su firmaları veya bazı meslek kuruluşları tarafından saklanan gerçek bu. Türkiye’de tüketici, suyu meşrubatı satın aldığında zaten ambalaj masrafını ödemektedir. Su bitince de çöpe ya da olduğu gibi doğaya bırakılıverir.
Şimdi eğer pet şişenin çevreyi kirletmediği gibi bir toplumsal imaj verilecekse, onu en masumane bir şekilde kapağının biriktirilmesi ve engelli sandalyesi verilmesi şeklinde tanıtmak mümkün. Okullarda çocuklara çevre bilinci adı altında bunları yaptırmak, aslında onlara çevre bilinçsizliği kazandırmak değil mi?
Bir çok kanser uzmanı güneş altında bekletilen pet şişelerdeki ve plastik damacanalarda ki ısının 80 dereceye kadar çıktığını ve plastiğin içindeki kanserojen maddelerin suya karıştığını ifade ediyorlar. İçecek için cam şişe en iyisi. Bir cam şişeyi 80-90 kez yeniden doldurmak ve piyasaya sürmek mümkün. Ama ağırlığı geri toplama masrafları, yıkanması maliyetleri arttırıyor. Cam şişe eskidiğinde ise bunu eritip yeniden kazanmak mümkün. Ama endüstri işin kolayına kaçıp pet şişeyi piyasaya verip unutuveriyor.
Depozitosu olmadığı için doğaya bırakılan pet şişenin, plastik kapağının engelli sandalyesi verildiği için masum kabul edilmesi mümkün mü?
Doğaya gitmesin diyerek ben de topluyorum plastik kapakları. Migros alıyor bunları. Sonra bir kişiye engelli sandalyesi verileceğini okuyunca seviniyorum. Ama işin gerçek boyutlarını bildiğim için ve doğada fotoğraf çekmeye gittiğimde her yere atılan pet şişeleri gördükçe de üzülüyorum. İşte size doğaya bırakılmış pet şişelerin fotoğrafları. Bir pet şişe yıllardır erimeyi bekliyor. Karadeniz’e geçen gemilerden atılan Avustralya’da üretilmiş bir pet şişe, sahile vurmuş. Diğer fotoğraflarda da Almanya’da kullanılan pet şişe depozito iade otomatları…
Kaynak gösterimi: www.0-18.org

Silah Sanayi, Açlık ve Çocuklar

25 December 2011 01:04:00

Irak’tan çekilen son Amerikan askeri ile, dünyanın patronluğuna savunan ABD’nin bu kez gözünü uzak doğuya çevirdiğini söyleyen TRT-1’in sabah yorumcusu, “yeni hedef büyük bir ihtimalle Kuzey Kore olabilir” diyordu.

Birkaç gün sonra da Kuzey Kore’nin liderinin hayatını kaybettiği, onun yerine Kim Jung hanedanının üçüncü nesli olan 28 yaşındaki oğlunun yönetime geçeceği haberleri veriliyordu. Kuzey Kore’den gönderilen filmlerde sokaklara doluşan binlerce insanın ağladığı görülürken, televizyon spikeri bu tür törenlerde ağlamayan insanlara atılan dayaktan korktukları için insanların ağladığını anlatıyordu.
Kuzey Kore yıllardan beri askeri harcamalarını en üst düzeyde tutmuştu. Çin’den aldığı destek ile, Güney Kore’yi kendi halkına her zaman saldıracak bir düşman gibi göstermiş ve nükleer başlıklı bir füze yaparak kendini nükleer bombaya sahip ülkelerin arasına sokmuştu. Ülkede tarıma ve endüstriye ayrılması gereken paranın büyük bir bölümü silahlanmaya gitmişti. Bugün Kuzey Kore’de özellikle açlık, eksik beslenme ülkenin en büyük sorunu olarak görülüyor. Ülkede insanlar günlük hayatı sürdürecek gıdanın ancak üçte biri ile hayatlarını giderek zayıflayarak sürdürüyorlar.
O akşam bazı yabancı televizyon kanallarında ise Birleşmiş Milletler Gıda Programı tarafından yapılan gıda yardımlarının da Kuzey Kore’nin nükleer silah yapması ile kesildiği açıklanıyor. Açlığın giderek arttığı ülkede 800 bin den fazla çocuğun eksik beslenme nedeni ile büyüyemediği ve zekalarının gelişmediği de gösteriliyordu. Bir kreşte yapılan çekimlerde çocukların hiç hareket etmeden oturdukları hiç oynamadıkları çünkü açlıktan hareket etmedikleri söyleniyordu.
Evet, Amerika, Irak’tan çıktı… Kendilerine göre 1 trilyon dolar para harcadılar. Bazı yorumcular bunun 3 trilyon dolar olduğunu söylüyorlar. Beş bine yakın Amerikan askeri hayatını kaybetti. Irak’ta yüz binlerce insan öldü, çocuklar ailelerini kaybetti. Ülke onarılamayacak şekilde harabeye döndü.. Sonuç ne.. Koca bir sıfır.. Şimdi Ortadoğu da yeniden Şii, Sünni savaşı için tohumlar atılıyor..Harcanan 3 trilyon lira, yine Amerikan silah endüstrisine aktarılarak. Amerika’nın çarklarının dönmesi sağlandı. Silah sanayi olmadan bir Amerikan ekonomisini düşünmek mümkün bile değil.
Amerika, Irak’tan çıkmadan, başta Suudi Arabistan olmak üzere birçok bölge ülkesine “ ben gidiyorum, kendinizi güvenceye alın” diyerek yeniden silah sattı. Bizim için biçilen rol bile belli. Suriye’ye siz girin, ben gidiyorum… Şimdi ABD yeniden Uzak Doğu’da bölgenin fitilini koymaya giderken, küçük huzursuzluklara silah satıp, kendisini demokrasi getirici olarak görüp yine işgallere başlayacak. Birkaç yıl sonra Kuzey Kore’den de Irak’ta yaptığı gibi çıkıp gidecek.
Artık Dünya’ya bölge bölge bakmamak gerekiyor. Büyük fotoğraf silah sanayi ve onların şahinlerinin Amerikan yönetimindeki politikalar üzerindeki etkinliğidir. O arada dünyanın çeşitli ülkelerinde bir kaç milyon çocuğun açlıktan ölmesinin de bir önemi kalmıyor. Günümüzün Somali’sinde de iç savaş sürüyor. Çocuklar açlıktan ölürken dünya ülkelerinin zaman zaman verdikleri gıda yardımları da yeterli olmuyor. Ama ayakkabısı bile olmayan bir Somali’li gencin elinde iyi bir silahı her zaman görmek mümkün.
Çocuklar hemen her ülkenin anayasasında korunurken, uluslar arası alanda onları koruyacak insanlık bilincine henüz ulaşamadık. Savaşlar var oldukça silah sanayi var olacak, silah sanayi oldukça da savaşlar hep organize edilecek.

Kuzey Kore çocuklarını görmek için : http://www.youtube.com/watch?v=rja1MoOO7oI
Kaynak gösterimi: www.0-18.org

Çocuk ve Televizyon, Reklamlar

17 December 2011 03:26:00

Tüketicinin korunması konusunda otuz yıllık meslek hayatımı, bu süre içinde 16 yıllık Reklam Kurulu üyeliğini de düşündüğümde, aklıma hep çocuklara yönelik reklamlar gelir.
İlk çalışmayı 1983 yılında Milliyet Gazetesi’ndeki bir haberle yapmıştım. Televizyondaki draje şeker reklamını seyreden iki kardeş babaannelerinin romatizma ilacını şeker sanarak yemişler ve çocuklarda Ayşe (abla) ölmüş, Ali ise komada idi.
Hemen, Sağlık Bakanlığı, İlaç İşverenleri Sendikasına başvurarak şeker görünümlü ilaç veya ilaç görünümlü şeker yapılmaması gerektiğini belirtmiştik. O günden bu yana onlarca çocuk bonibon benzeri şekerler yüzünden hastanelere taşınmasına rağmen değişen fazla bir şey yok. İlaç kapakları yine kolaylıkla açılıyor, ilaçların üstü yine şeker kaplı…
Gerek Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun, gerek sonradan çıkartılan tüm yönetmelikler, televizyon ve reklamlar karşısındaki çocuğun masumiyetini korumayı hedeflerler.
Kanunun 16.maddesi, Ticari Reklamlar ve İlanlar başlığı altında şu şekildedir.
“Ticari reklam ve ilânların kanunlara, Reklam Kurulunca belirlenen ilkelere, genel ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına uygun, dürüst ve doğru olmaları esastır.
Tüketiciyi aldatıcı, yanıltıcı veya onun tecrübe ve bilgi noksanlıklarını istismar edici, tüketicinin can ve mal güvenliğini tehlikeye düşürücü, şiddet hareketlerini ve suç işlemeyi özendirici, kamu sağlığını bozucu, hastaları, yaşlıları, çocukları ve özürlüleri istismar edici reklam ve ilânlar ve örtülü reklam yapılamaz. Aynı ihtiyaçları karşılayan ya da aynı amaca yönelik rakip mal ve hizmetlerin karşılaştırmalı reklamları yapılabilir.
Reklam veren, ticari reklam veya ilânda yer alan somut iddiaları ispatla yükümlüdür.
Reklam verenler, reklamcılar ve mecra kuruluşları bu madde hükümlerine uymakla yükümlüdürler.”
Kanunun Yükümlülük başlıklı 21.maddesi, bu konuda reklam vereni, reklamcıyı, ve mecra kuruluşunu sorumlu tutmuştur.
“Reklam verenler, reklamcılar ve mecra kuruluşları veya aracıları Kanunun 16 ncı maddesi ile bu Yönetmelikte belirtilen ilkelere uymakla yükümlüdür.
Reklamcılar ya da reklam ajansları, Kanunun 16 ncı maddesine ve bu Yönetmelikte belirtilen ilkelere uygun reklam hazırlayarak reklam verenin yükümlülüklerini yerine getirmesine sağlayacak biçimde çalışmak ve bu konuda onu uyarmak zorundadır.
Reklam veren, mal veya hizmetleri konusunda reklamcıya doğru ve gerçeklere uygun bilgi ve belge vermek zorundadır.
Reklam verenin, Kanunun 16 ncı maddesine ve bu Yönetmelikte belirlenen ilkelere uygun olmayan reklamını daha sonra düzeltmesi ve telafi etmesi kendisinden beklenilen bir davranış olmakla birlikte, bu Yönetmelikte belirlenen ilkelere aykırı hareket edilmesine mazeret oluşturamaz.
Reklamı yayımlayan, nakleden veya dağıtan veya sunan mecra kuruluşları veya aracıları reklamın kabulünde ve kamuoyuna sunulmasında gereken dikkat ve özeni göstermek zorundadır.
Oysa bu konuda reklamları denetlemekle görevli olan Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Reklam Kurulu Başkanlığı’nın ceza uygulamalarına baktığımızda, son 5-6 yıldır yalnızca reklam verene ceza kesildiği, (para, durdurma ve düzeltme) reklamı yapana ve yayınlayana hiçbir ceza verilmediği görülecektir.
Bakanlığın, medya kuruluşları ile ilişikleri iyi tutmak için kanunun 16.maddesine uymadığı söylenebilir."(http://www.tuketici.gov.tr/source.cms4/index.snet?etdid=A67D79DF-0B0A-45C5-A9DE-5BA7BAF5EA9C)
Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Reklam Kurulu, örtülü reklam konusunda iyi bir düzenleme yapmış iken, 6112 Sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanuna dayanılarak çıkarılan ikincil düzenlemelerin en önemlilerinden biri olan Yayın Hizmeti Esas ve Usulleri Hakkında Yönetmelik 2 Kasım 2011 tarihli ve 28103 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
Ürün yerleştirme uygulaması yapılacak programın başında, sonunda ve her reklam kuşağı sonrasında ürün yerleştirme ile ilgili bilgilendirme olacak.
Ürün yerleştirmede; ürün veya hizmetin özelliklerinin övülmesi ya da benzeri diğer ürün ya da hizmetlere göre belli bir ürüne yönelik tercih bildirilmesi, ürünlere veya hizmetlere özel tanıtıcı atıflar yaparak ürün veya hizmetlerin kiralanmasının veya satın alınmasının doğrudan teşvik edilmesi ve aşırı vurgu yapılması, ürüne ilişkin detaylı bilgi verilmesi ve farklı çekim teknikleriyle ürünün ön plana çıkarılması yasak olacak.
Ürün yerleştirmenin programın bütünlüğünü bozmaması ve program içerisine yerleştirilen ürünün, programın bir parçasıymış gibi doğal mecrasında kullanılması gerekecek.
Ürün yerleştirilen programda, bir saatlik yayın süresince en fazla 4 farklı ürün yerleştirmesi yapılabilecek.
Haber bültenlerinde, çocuk programlarında ve dini tören yayınlarında ürün yerleştirme yapılamayacak.
Burada da çocuklar yine korunmuş gibi görünüyor değil mi? Aslında tam tersi. RTÜK bu yönetmelikle çok tehlikeli bir kapıyı aralık bıraktı. Çocuk ailesi ile bir aile dizisi seyrettiğinde yerleştirilen ürünlerin etkisi altında kalacak. Eğer adam kolalı bir meşrubat içiyorsa, çocuk adamın iyi bir karakter olduğunu ileri sürerek ailesinden kolalı meşrubat isteyecek veya rafa yerleştirilen ürünün ne olursa olsun görüntüsü bilinçaltına işleyecektir.
Bu reklama ürün yerleştirildi demek konuya çözüm değil, çözümsüzlük getirmektedir. Sürekli kanal değiştirip o uyarıyı görmemek de büyük olasılıktır.
Ama mesele rating savaşı, bu konuda yapıldığı iddia edilen usulsüzlükler, milyar dolarları geçen televizyon reklam pastası, politik yandaşlıklar olduktan sonra yönetmeliklerin ciddi olarak kontrol edildiğini kim iddia edebilir ki.
Kaynak gösterimi: www.0-18.org

“Anne bak bi kııııı pasta atmışlar mı”

01 November 2011 02:41:00

İstanbul Oyuncak Müzesi, yerli ve yabancı bir çok oyuncağı sergiliyor. Yıllar geçtikçe unuttuğumuz deterjan kutuları, öküzbaş çiviti, tenekeden yapılmış oyuncak polis arabalarından tutunda, Almanya’dan getirilen elektrikli oyuncak trenler bir bir sergileniyor. Çocuklar ve aileleri için cumartesi ve Pazar günleri vakit geçirilecek güzel bir müze. Hemen alt katındaki kafeteryada çocuklar için doğum günü organizasyonları yapılıyor.
Oyuncak müzesinden çıkıyorum.. Birkaç adım sonra bir kadın çöpleri karıştırıyor. Çöp toplayıcılarının naylon çuvallarla kapladığı çek çek arabasının üstünde bir çocuk annesinin attığı kağıtları ezerek alta doğru sıkıştırıyor. Annesi bir yandan “ bas laan “ diye bağırıp çocuğun ayağının dibine kağıtları atıyor.
Çöp kutusu bir pastacının önünde duruyor. Çöpün önünde mayaların konduğu kartonlar, yağ kutuları ve sıvı cikolatinin konduğu plastik kaplar duruyor. Çocuk sanıyorum daha önce bu çöpten pasta yediği için annesine bağırıyor. “ Anne bak bi kııı pasta atmışlar mı“ Annesi ilgisiz, kartonları atarken yine baaaaas” diye bağırıyor..
İstanbul oyuncak müzesinin önü. İçeride birazdan bir yaş günü partisinde pasta yenilecek. Az ilerde bir başka çocuk, çöpe pasta atılmış mı diye merak ediyor.
Eskiden raporlara, yıllardır uygulanan yanlış tarım ve hayvancılık politikaları, köyden kente giderek artan göç ve kentsel işsizlik, milli gelir dağılımının giderek bozulması diye yazardık, şimdi buna terör nedeniyle boşaltılan köyleri de eklemek gerekiyor.
Başbakan çıkıp “üç çocuk en az üç çocuk” diye bağırıyor. Üç çocukla bu işsizlikte ve bu pahalılıkta, ancak daha iyi çöp toplanabilir.
Çünkü üç çocuğu da üniversiteyi bitirmiş ama iş bulamamış o kadar çok aile varki…
Anneee bak bi kııııı pasta atmışlar mı.
Bu tür görüntüleri ve sesleri artık duymuyoruz. Kanıksanıyor zamanla, üzücü olan da o.
Kaynak gösterimi: www.0-18.org

Taşı Beni, Eğit Beni, Üniversiteye Kazandır Beni

09 October 2011 02:28:00

Aksaray’dan Karapınar yoluna saptığınızda Emirgazi ilçesi karşılar sizi. Aslında Anadolu’nun tam ortasında ve Konya’ya bir buçuk saat mesafede olmanıza karşın köylerin görünümü ürkütücüdür. Birkaç kerpiç damlı ev, birkaç hayvan ve kilometrelerce sonra birkaç benzer ev daha.
Konya gelişmişlik düzeyi açısından il olarak ön sırada gelmesine rağmen, köyleri adına köy değil de mezra denebilecek kadar küçüktür.
Yalnızca Konya’mı? Ankara’nın yanı başında yolunuz Polatlı ve köylerine düştüğünde de aynı şeyi görürsünüz. Küçük köyler, terk edilmiş ilkokullar ve taşımalı eğitime “taşınan”çocuklar. Konya, Ankara, Kayseri gibi büyük illerin yanıbaşındaki köylerle tüm Anadolu’da işsizlik göçleri nedeniyle köyler boşalmış, okullar yıkık dökük bir hale gelmiştir...
Milli Eğitim Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, 2009-2010 eğitim öğretim yılında 668 bin 142 öğrencinin taşımalı eğitimi için 428 milyon 130 lira taşıma bütçesi, 188 milyon 766 lira yemek ödenek bütçesi ayrıldığı belirtiliyor.
Yerleşim biriminde okul bulunmayan, doğal afet ve başka nedenlerle okul binası kullanılamayacak derecede hasarlı olan, 1., 2. ve 3. sınıflarda toplam öğrenci sayısı 10’dan az olan, yerleşim birimindeki ilköğretim okulunda 4, 5, 6, 7 ve 8. sınıflar için yeterli sayıda derslik bulunmayan ve bu sınıflardaki toplam öğrenci sayısı 60’tan az olan bölgelerde taşımalı eğitim yapılıyor. Taşımalı eğitim, bu yıldan itibaren ilköğretimin yanı sıra liselerde de uygulanmaya başlanacak. Başta kızlar olmak üzere, bulunduğu yerde lise olmayan öğrenciler, lise bulunan yerlere servislerle taşınacak. Bu uygulamadan, ilk aşamada 50 bin öğrenci yararlanacak. 2010-2011 eğitim öğretim yılında orta öğretimde de bazı yenilikler uygulamaya konulacak. Yeni uygulamaların başında, özellikle kırsal kesimde uygulanan taşımalı eğitim sistemine orta öğretimin de dahil edilmesi geliyor. Bu eğitim-öğretim yılında, ilk aşamada başta kızlar olmak üzere liselerde okumak isteyen 50 bin öğrenci taşımalı eğitimden yararlanacak.
Bu konuda ilginç olan, taşımalı eğitimin birçok gelişmiş ilin hemen yanı başında yapılıyor olması. Örneğin Kayseri’nin Oymaağaç Mahallesi'nde yaşayan çocuklar, okula at arabasıyla gidip geliyor. Bu konudaki haber ise aynen şöyle;
“10 kilometrelik yolu mahallede yaşayan "Hacı Baba" lakaplı Mehmet Kocaman (70)'a ait at arabasıyla kat eden çocuklar, yetkililerden sorununa çözüm bulmasını istedi. Yolculuktaki aksamalar nedeniyle çoğu zaman okula geç kalan öğrenciler, bir saatlik yolculuğun çok yorucu olduğunu ifade etti. At arabalı taşımalı eğitim, Yerel Yönetimler Yasası'yla birlikte büyükşehir sınırlarına dahil edilerek mahalle haline getirilen Merkez Kocasinan İlçesi'nin Oymaağaç Mahallesi ile Anbar Mahallesi arasında yapılıyor. Mahallelerinde okul olmadığı için Anbar İlköğretim Okulu'na gitmek zorunda kalan öğrenciler, her gün saat 07.00'de yola çıkıyor. Çocuklar, ilk derse yetişebilmek için erkenden yola çıkmak zorunda kaldıklarından birçoğu kahvaltısını at arabasının üzerinde yapıyor.
Çocuklar, okumak için her sabah ve akşam 10 kilometrelik yolu at arabasının üzerinde kat ediyor. Yolculuklarının 2 kilometrelik bölümünü ise şehirlerarası trafik geçişinin sağlandığı çevre yolundan yapıyorlar. Öğrenciler 5 yıldan beri aynı çileyi çekiyor. Mehmet Kocaman ise ileri yaşı nedeniyle hastalandığında çocukların bazen okula geliş gidişlerinin aksamasına neden oluyor. Aralarında Mehmet Kocaman'ın torununun da bulunduğu öğrenciler, bazı günler köy sakinlerinden birisinin kendilerine eşlik etmesiyle yola çıkıyor.
"Hacı Baba" diye seslendikleri eğitim gönüllüsünün atının çektiği arabaya doluşan çocuklar tehlikeli yolculuğa başlıyor. Yaşlı adamın hastalanması halinde ise yerine aynı okulda okuyan torunu geçiyor. Servis olmadığı için okul yolunu at arabasıyla kat eden öğrenciler için yolculuğun en tehlikeli kısmı ise Kuzey Çevreyolu'na bağlantıyı sağlayan karayolunda başlıyor. Ters yönden karşıdan gelen araçların arasından 2 kilometre giden öğrenciler yaklaşık bir saatlik yolculuktan sonra okula ulaşabiliyor. Öğrenciler, at arabalı yolculuklarının son bulması için servis istediklerini dile getirdi.”
Taşımalı eğitim aslında kendi başına bir sorun değil, birçok sorunun ortak sonuçlarından yalnızca birisi. Tarımsal politikaların yanlışlığı sonucunda, tarımsal üretimin düşmesi, köylerdeki geçim sıkıntısı nedeniyle kente iş aramaya giden gençler köylerin boşalmasına neden oldu. Köylerde, köyü bekleyen yaşı ellinin üzerinde yaşlılar kaldı. Türkiye’nin kırsal nüfusu süratle azalırken, büyüyen kent nüfusu köyden gelenlere iş yaratamadı.
İşsizlik, yoksulluğu, yoksulluk cahilliği körükleyince, “beni taşıyarak mı eğiteceksiniz, beni taşıyarak mı üniversiteye hazırlayacaksınız, hani eğitimde fırsat eşitliği diyen” de kalmıyor. Özel tarikat okullarından, gösterişli kolejlere, üniversite hazırlık dershanelerinden haberi olmayan taşımalı eğitim, devlet okullarına gitmek zorunda.
Kışın soğukta at arabası ile devlet okuluna gidip, üniversiteyi de binbir zorlukla kazanabilen genç, üniversiteden mezun olduğunda iş bulabilecek mi?
Her iki üniversite mezunundan birisinin işsiz olduğu ülkemizde, artık başka ülkelerde de “üç çocuk yapın” diye öğüt veren Başbakanımız, çocukların at arabası ile okula taşındığını hangi güçlüklerle okutulduğunu ve mezun olduktan sonra da nasıl iş bulabileceğini söylüyor mu?
Siz hiç duydunuz mu?
İş mi yok? Var aslında, asgari ücretin üçte birine ikiyüz liraya temizlikçi, taşeron işçi olarak sigortasız kaçak çalışabilirsen iş var. Çocuğunun okulu mu? Okul da var şehirde. Ama ona alacak kalem, kitap zor. Onu dershaneye gönderecek paran da olmayacak. Lise mezunu olan çocuk yine iş bulamayacak.
Taşımalı eğitimi niye yapıyoruz ki? Niye bu kadar masraf? Bu çoçuklara bu kadar acı niye...
Eğitimde fırsat eşitliği olmadıktan sonra.
Kaynak gösterimi: www.0-18.org

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder